Nesneleştirme girişimi: Proust

Nesne ilişkilerindeki nesne terimini insanın ilişkilendiği canlı-cansız, fiziksel varlık, düşlemsel varlık gibi bir çok ‘şey’ için kullanırız.

Bu temel ilişkilenme biçimi nesneyi kontrol edebilme, onu evirip çevirme, istediği biçimde onu dönüştürme şeklinde veya içine onu alırken dış gerçekliğinden farklılaştırma şeklinde deneyimlenir.

Zamanla insan yavrusu kendisini bir bütünsel özne olarak deneyimlemeye başladığında nesnenin içindeki özneyi de görebilir hale gelir. Nesne hala bir yandan nesnedir. Evirip çevrilmeye, dönüştürülmeye muhtaçtır. Ama bir yandan içinde bir yerlerde özne de vardır.

Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sinde anlatıcının aşk nesnelerinin içindeki özneyi bir türlü çıkaramadığını görürüz. Nesneler salt bir nesnedir. Özne olma potansiyelleri yoktur. Bu şekilde anlatıcının, sürekli olarak hem kendisinin bir özne olarak nesneye muhtaçlığı kapsamında hem de bir bakıma nesnenin de özne olamayarak kendisine muhtaçlığı ile bir yapışıklık talebi vardır.

Fairbairn (1952), ‘nesneler ancak kötü nesne oldukları zaman daha köklü biçimde içselleştirilir’ der.

Proust ise, ‘ yalnızca yitirebileceğimiz nesneyi elimizde tutmak isteriz’ diyerek; insanın, kötü nesnenin tutarsızlığına ve terk etme ihtimaline karşı olan ısrarlı yapışıklığı ve kötü nesnenin istilasına uğramanın boğuculuğunun uzaklaşması arasında kaldığını anlatır.