Kayıplara karışmak

Bu akşam üstü bu iki kelime zihnimde yan yana geldi ve beni uzunca bir süre meşgul etti. O meşguliyeti yazıyorum şimdi.

Kaybedilenlerle geçmiş sürekli değişiyor. Geçmişin kayıplarının , bizim içimizdeki temsilcileri vasıtasıyla biz de şu anda dönüşüyoruz.

Böylelikle zihnimde şöyle bir imge beliriyor: Bir kaybın silüetini çevreleyen bir bağlantının, zamanda kırılmalara uğramadan şu anın ‘ben,inin’ derin bir yerdeki özünün içindeki bir noktaya dönüşmesi.

Kayıp biraz böyle, arkasında bir bağlantı bırakıyor. O bağlantının bir noktada kayıp olandan kopmadan ayrılması gerekiyor.

İşte ‘karışma’ burada ipi eline alıyor. Kişi, bir oradan bir buradan, çevresinden, ta içerisinden derken öfke ile koparmaya çalıştığı bağın kucağında şefkatle sevilmeyi bekliyor.

Kayba doğru

Bunu Proust’un eserinde apaydınlık olarak okuruz. Kayıp Zamanın İzinde’nin anlatıcısı, sevdiği ve kaybettiği nesnelere; şiddetli bir öfke ile onlar tarafından yeniden bulunmanın heyecanını yaşantılara üzere sürekli bir kaybolma deneyimi yaşıyor.

Kayıplara karışmanın coşkusu burada işte. Kayba doğru, kendinde kaybetmeyi göze alamadıklarına doğru, rüzgara doğru bakışın coşkusu…