
Hep biraz biraz, parça parça.
Yaşam boyu bize temas eden, çoğu zaman bizim için görünmez olan cansız nesnelerle ilişki içindeyiz.
Aslında düşününce her biri yaşamımızda bir yeri dolduruyor. Anlık bir duygulanımı depo ediyor.
Okuldan sonra, yalnız bir eve giren bir çocuğun korkusunu içine çeken, bir ev anahtarı olabiliyor mesela. Şimdi anahtarın şeklini düşününce bile; korku, içine hapsolmuş haliyle bekliyor.
Veya güvende hissedilen bir anı içine almış yastık kılıfı. Hâla tatlı rüyaları taşıyor.
……
Bizim için bir şeyleri ‘ tutması , taşıması, kapsaması, çevrelemesi’ için nesneye ihtiyaç duyarız. Cansız nesneler çok güzel tutabilir. Fakat dönüştüremez. Ancak canlı nesneler aktardıklarımızı işleyip dönüştürebilir. Canlı nesneler içinde de insan insana; benzer gelişimsel süreçler ve benzer acılar içine doğduklarımız bu dönüşümü bize aktarabilir.
Dolayısıyla hep birini ararız. O birinde kendimize ait olanları ararız. Ama onunla da kalmayız. Onu dönüştürebilen ve dönüştürdüğünü bize aktarabilen olanı ararız. İnsan yavrusunun istekleri hep nesnesinin karsilayabileceginden çok olmuştur. Böylelikle ‘buluş’ olamaz. Hep bir arayıştır. Yani gercek bir yaşayıştır.