
“Kızım, çık yokuşa fındıklara yardım et dedene, susamışsadır, bir el at.”
Büyükannem hep dedemi düşünürdü. Susamışsa, yorulmuşsa, gözlerini devirerek bir anıya sinirlenmişse, yokuşa çıkarken dizi tutmayıverirse, fındıkları keserken balta elinden kayarsa, faturaları nasıl öderim diye düşünür de zihninde utanç kuyularına gönüllü girerse, yaşlanmaktan gözleri kapanmaya yaklaşmış köpeğinin üzerinde gezen hastalık bulutlarini görür de kendine yagmasindan endişe ederse diye hep tetikte kalırdı.
Kendini, öğleden sonra bir Türk kahvesi içecekleri buluşma anina kadar oyalamaya çalışırdı. O zaman kahvenin yanında gelen günlük konuşmalar için bir kaynak bulup oradan sözlerinin içinden duygusuna akabilirdi. “Çok fındık çıkar mı bu sene, çakallar yine dadanmış diyorlar aşağıdan Ayşe aradı beni onunla lafladık, Hasan fırından ekmek getirmiş, fazlaymış ama tazecik, bahçeden iki salatalık koparır da tuzlariz, yeriz.” Den sonra kendisine akabilmesi için bir aralık açılmasını sabırla beklerdi. Dedem de onun bu çabasını anlardı da hep açamazdı. Açamadığı zaman ayak parmaklarını birbiri üstünde oynatır, halı deseniyle karışırdı. Büyükannem de çaresizce halıya sinirlenir, o gittiği gibi halıları kaldırır, silker, evi süpürürdü.
Yorum bırakın