
Yazı, adamın bir gece sabaha karşı kulağını pencereye doğrultmasıyla başlar. Zaman zaman böyle başlar güne. Komşuların ışıkları daha yanmamışken, turkuaz mavi sincaplar karşıda çitlerle çevrili küçük ormanda ağaç dallarını sallandırırken… Bu gece, yaprak hışırtılarından farklı bir şey işittiğini hissettiği için parmak ucunda doğruldu pencereye. Sokak lambalarını hala yanıyor görünce rahatladı. Göz yakmayan, kendince geceyi aydınlatmaya devam eden sarı ışık, ona bildiği bir dünyaya uyandığını düşündürdü. Sesler gittikçe çoğalmaya başlayınca bir kalem, defter ve dürbüne benzer gözlüğünü avuçlayıp balkona çıktı. Uzak ormanı gözüne kestirdi. Şiddetli rüzgar, bu sakin gecede telaşla varlığı dürtüyordu. Ormandaki soğuk turkuaz, koyu yeşil renkler sokak lambalarının turuncu sarılarıyla birleşerek kendilerine özgü bir atmosfer yaratıyorlar diye içini şüpheyle karışık bir huzur kapladı. Saatlerini küçük balkonunda gördüklerini resim ve yazıyla harmanlayıp kaydederek geçirdi. Arada bir dürbünü ayarlar gibi gözlüğü çıkarıyor, siliyor ve tekrar takıyordu. Fakat bu gecede farklı olan bir şey seziyordu. Tam olarak, hatta tam olarak değil, ‘açıklanamayacak’ yalnızca izlenebilecek, temas edilebilecek bir gerçekliğin ona fısıldadığını hissediyordu. Bu minik taşranın, hala müstakil kalmış evlerin, sabah olmadan ışıklarını yakan insanların arasındaki bu ormanda sincapların olduğunu biliyordu. Ama daha önce hiç ne yaptıklarını, nerede kaldıklarını, sabah uyanınca nereye göçtüklerini düşünmemişti. Ya da bu bildiğini zannettiği düşünmemişliklerindendi. Bu gece sabaha karşı şapkasını takıp elinde kağıt ve kalemle ormandaki yaprak hışırtılarını dinleyen bu adam, bir an için gözlerini kapattı ve rüzgarda uçuşan bir yaprağa atladığını hayal etti. Yaprak, rüzgarın manevralarına senkronize oldukça kalem ve kağıt da adamın sıkı sıkıya tuttuğu avucundan kaymaya başladı. Sanki izlenimleri hayalleriyle yok oluyor gibiydi. Bu saatler kamyonların, traktörlerin hızlandığı saatler olduğundan karşıdan karşıya uçarken çok sarsıldı. Döne döne, taklalarla bir ağaca kondu. Ihlamur ağacının solmayan yaprakları rüzgarı biraz olsun kestiği için ısındı. Ve meraklı gözlerle sincapları aramaya başladı. Yalnız balkondan ormana baktığı yerdeki ışıklar burada yoktu. Karanlık, ıssız ve gece görmeye adapte olmuş bir sürü küçük canlının geniş âleminde çok yabancı ve büyük hissetti. Ihlamur ağacından dünyaya açılmaya çalıştığı o gece uzaklara dalmışken, kendi evinin balkonunda aşağı yukarı zıplayan turkuaz mavisinde minik ışıklar gördü. Minik ışıklar sokak lambalarının turuncu sarı ışıklarıyla birleşip kendilerine özgü bir atmosfere kendisini davet ediyorlardı.
Yorum bırakın