
İnsan zihninin açıklıklarında çoğu zaman monolog şeklinde konuşmayı sürdürür. Söz içeride bile kendine özgü bir ses ile akmaya devam eder.
Zihinde geçen iç konuşmalar insanın dünyayı nasıl gördüğünü, ona nasıl temas ettiğini oldukça şeffaf bir şekilde gün yüzüne çıkarır. Bu konuşmaların çoğunlukla rüyavâri bir biçimi vardır. Konuşmalar, çeşitli bellek izleri ve onları şekillendiren duygulanımlar arasında uzun akrobatik atlamalara benzer.
Bazen insan hayatı boyunca bu iç konuşmanın monoloğuna o kadar sıkışır ki ötekini duyabilmekten, onu başka bir bağlama oturtabilmekten mahrum kalır. Kişi, ötekini ötekinin kendini anlattığı şekliyle anlayamaz hale gelir. Hep kendi iç monoloğundadır. Böyle bir durumda ötekinin öznelliğine kısa süreli bir geçiş olan empatinin mümkün olmadığını sezebiliriz.
Kişi ötekini de o monoloğun içinde pasif bir figür olarak konumlandırır. Öteki kendi gerçekliği ile tamamen blurlaşır. Kişi de koskoca dünyada kendi başına kalır. Ötekinin öznelliği ile zenginleşen insan ruhsallığı kendine kapandığında çoraklaşır. O yüzden böyle bir konum çok içsel bir yalnızlığı da içerir.
Yorum bırakın