
İnsan yavrusunun kendi dünyası başlangıçta tamamen bakımverenininin dünyasından oluşuyor.
İnsan güvenli , tatminkar; zamanla bir o kadar da sıkışık, bunaltıcı, inkişafa izin vermeyen, kısıtlayıcı hale gelen rahimden çıkarak bir ilişki matrisine doğuyor. O ilişki içinde bakımvereninin gerçekliğini kendi gerçekliği olarak kullanıyor. Daha sonra sürekli olarak kendi içsel gerçekliğini dış dünyaya uyarlamanın yollarını arıyor.
Kendi içinde dünyaya karşı paranoid bir endişe varsa tüm dünya ona saldırgan gözüküyor, eğer terk edilmiş olmanın depresifliği varsa tüm dünya ona derin ve karanlık bir boşluk şeklinde gözüküyor.
Dünya böylece herkes için ruhsallık içindeki gerçekliğin kişilerarasında yeniden oynatıldığı bir oyun haline geliyor.
Gerçekten ilginç, bu kadar gerçek bir dünyada bu kadar fazla yaşayış biçiminin olması. Herkesin acıyı, sevinci, hüznü, coşkuyu deneyimleme biçiminin bambaşka olması.
Ve bu çeşitliliklerin çok azına temas edebiliyoruz. Belki de bu temasların en geniş hâli paylaşılan estetik deneyimler içerisinde mümkün oluyor. Yani tam olarak dünyayı görme (deneyimleme) biçimimiz üzerinden birbirimize en yakın teması sağlayabiliyoruz.
Yorum bırakın