“Bende şöyle bir şey var’

Selim o gün lacivert gökyüzünü turunculaştıran sokak lambasının altında, evinden çok uzakta Gamze’nin ona söylediği son kelimeleri düşündü. Kelimeler olarak değil, daha çok renk huzmesi olarak. Bir öğleden sonra yaz güneşi turuncularının kıkır kıkır bir büyükannenin göz çizgilerine karışması ve gözünü çok güzel bir elâya döndürmesi gibi. O elâda parlayan ışık huzmesini düşündü. Başını rüzgara karşı yukarı kaldırıp bir şeylere uzanmayı denedi. Sokak lambasının turuncusunda o elâyı gördü. Ve Gamze’nin ona sessiz kelimelerle içinden anlattıklarını, onları kalbine nasıl parça parça, itinayla yerleştirmiş olduğunu hissetti. Onun sessizliğine, renk huzmelerine karşı kendi gürültülü kelimelerini hatırladı. Bir yol ayrımında denk gelmiş iki yabancının en çıplak, samimi bir sohbete tutuşması gibi bir sohbetle ona “bende şöyle bir şey var” diye açılmayı düşündü. Ona kendinde yabancıladıklarını anlatacak, ondakilerle eşleştirecek ve tekrar kendine iade etmesini bekleyecekti. Uzaklardan bir kapı gıcırdadı, sokak lambasına bir kuş kondu, bir kedi Selim’in pantolonuna yapıştı. Şeyler açılırken kapandı. Selim paltosuna sarılıp tüm sokak lambalarının birleşip aynı elâya dönüşmesini izleyerek sokak boyunca içindekini takip etti. Sokak, caddeye bağlanmadı.

Yorum bırakın