
Eylül. İlk kelimeler güneş ışığının, yenmiş yaprakların aralarından toprağa saplanması gibi filizlenmeye başlıyor. Mevsimler kendi isimlerinin altında çok başka tavırları taşıyorlar artık. Eylül filizleri, yaz kuvvetli rüzgarları, bahar donmuş suları, kış da kucaklarda taşınan sıcaklıkları… Bahadır alelacele nefesini tutarak uyandığı yatağından yine bir telaşla kalkıyor. İlk birkaç dakika kalp atışının hızını rüyasındaki dalgalara yorarak sakinliyor. ‘Aha!’ diye yakalıyor kendini, yükselip yükselip yükselip yükselip alçalan göğsüme vuran dalgalar bunlarmış.’ Kendisiyle böyle karşılıksız konuşur çoğu zaman. Gönlünün dehlizlerinde çok güçlü, seslidir. Zihninin bulanıklığı da belki bundandır. Dolabın kapağına doğru yere yalınayak basmamak için halıdan kilime sıçrayarak bir atılım gösteriyor. Bu ilk sıçrayışı. Gün içinde alçalıp alçalıp alçalıp alçalıp yine akşam olup yükselebilmeyi umması için ilk atlayış. Neyse ki yeryüzünün alevlerine yakalanmadan dolaba ulaşıyor. Zırhını kuşanıp güzel bir gülümseme takınıp evden koşuyor. Yazlık sayılmayacak bir yerde oturuyor Bahadır. Deniz var ama soğuk. Palmiyeler var mesela ama betonun üzerinde. Gerçekdışı geliyor ona çoğu zaman. Koşa koşa bir otobüse atladığında ikinci sıçrayışı da tam orta noktasından yakalıyor. Hayırdır, diye geçiriyor içinden, nedir bu kadar tıkırında işleyen? Gönlünün kıpırtısı insan içine çıktığında yükselmeye başlıyor. Bu ilk alçalma. Dışarısı yükselirken içeriden bir şeyler alçalmaya, sığlaşmaya başlıyor. Gözünü çevresinden çekinik tutmaya çalışırken şoförün akşama karısına yapacağı güzel bir sürprizi düşünmesiyle otobüs bir trafik lambasına gümlüyor. Onu güzel bir yere götürecekti. Bir kaç güzel söz hazırlamış, zihninde onları döndürüyordu. Bahadır bu yumuşak ama sesli gümbürtüden şoför koltuğunun arkasından yanına uzanıyor, bedeni bir köprü şeklini alıyor. Birçok su akıyor altından. Neyse ki durakta iniyor. Beresini neredeyse gözlerini örtecek şekilde aşağı indirip pantolonunun ağını yukarı çekiştiriyor. Kısıyor kendini alttan ve üstten. Gün daha yarı olmadı. Gidecek bir yeri yok. Sırt çantasına koyduğu dünyasını sere serpe yayabileceği bir yer arıyor. Bir kütüphaneye, tüm suların kaynağına doğru yöneliyor. Yolunun üzerinde binalar arasındaki toprak kalıntılarını dölleyen eylül ışığına rastlıyor. Adım attıkça onu bazen sol bazen sağ gözüyle yakalıyor. Bir göz kırpışıyla içeri alıyor. Senkronizasyonu yakalamaya çalışırken kapıdan içeri giriyor. Kendini ve dünyasını küçücük bir masaya serdiğinde gözüne o kadar büyük geliyor ki bir bilseniz. Nefesini kese kese heyecanlanıyor, parça parça. Derine daldığı esnada, on üç yaşlarındayken birlikte uzun saatler kumdan kale yaptıkları Sevda’nın masasını tık tıklamasıyla kıyıya vuruyor. Kalelerin önce bir derinliği vardı diye hatırlıyor.
Yukarı çıkmadan aşağı inerlerdi. Su gelene kadar derinleri kazmaları gerekirdi. Basit bir, denize karşı kumdaki nehir sahnesi gibi değildi. Kendine özel bir zemin hazırlamak gibiydi. Neyse, kazarlardı. Bahadır çaktırmadan bir iki taş attığını hatırladı zemine. Sevda, gerek yok baksana kendiliğinden duruyor zaten, kum sağlam, demesine rağmen içi rahat edemezdi. Ne olur ne olmaz. Dalganın nereden vuracağı belli olur mu? O zamanlarda Sevda’yla ellerinin yakınlaşma ihtimalinden ne kadar heyecanlandığını da elbette hatırladı. Bu onu biraz ürpertti. Masadaki tık tık bir çağrı haline geldi. Sevda’ya burada ne yaptığını, onu görmeyeli yıllar olduğunu, şaşırdığını söyledi. Sevda’da o zamanlarda gördüğü gibi, mayosunun üzerine kürek ve tırmık kuşanmış, başında güneş gözlüğünü taç gibi kullanan genç ve mutlu bir kadın gördü. Onunla ilgili, onu kaybetmediğiyle ilgili bir şeyler duymak için ona tekrar baktı. Sevda yakınlardaki bir okulda arkeoloji okumaya başladığını, ikinci sınıf dersleriyle uğraştığı için orada olduğunu söyledi. Bahadır tam aradığını duydu. Sevda’da gördüğü güneş gözlüğü, bir kafa fenerine dönüşürken elindeki kürek ve tırmık sabit kalmıştı. Üçüncü sıçrayış. Sevda’yı deniz kıyısında satılan kötü kötü çaylardan içmeye davet etti. Dünyasını sırt çantasına, geçmişini omzunun yanına yerleştirdi. Ve kapıdan birlikte çıktılar.
Yorum bırakın