Saklambaç nasıl bir oyundur?

Saklambaç oynarken önce saklananların bulunacağı ile ilgili bir anlaşma yaparız. Değişmez, sabit bir kural koyarız. Bu bizim bilinemez ve bulunamaz olmanın dehşetiyle kalabilmemize yardım eder.

Kaçmanın, saklanmanın keyfine varabiliriz bu kurallar içerisinde. Bir yandan o endişe de bizi takip eder.

Zaman zaman saklandığımız yerlerden başımızı çıkarıp bakarız gerçekten bizi arayan biri var mı diye. Orada onu gördük mü içimiz rahat eder. Saklanmaya devam edebiliriz. Başlarda bakmaktan alıkoyamayız kendimizi. Ve kendimiz olarak çıkabileceğimize güvendiğimiz noktada artık arkaya bakmadan koşarız. Bu da farklı bir yolculuktur. Bizi koruyan bir yeri, tam olarak yerleşmiş hissetmesek de bırakmak kolay değil.

Başladığımız yer bizden uzaklaştıkça tatlı bir özlem kaplar içimizi. O zaman bizi arayanla aynı yere koştuğumuza emin oluruz. Bir sobelemece, ebelemece oyunu. Ama kazanan da kaybeden de yoktur, bunu da sonlara doğru anlarız.


Elimizde oyuna girerken yaşadığımız zorluklar, oynamanın keyfi, oyunun bitişinin hüznü, yeniden başlamanın heyecanı vardır.











“Terapi, sürekli destek ve meydan okuma dengesine bağlı olan “güvenli bir acil durum” dur. Teşvik ve güç vermek için hastalarımızı bir elimizle tutuyoruz; diğeriyle, savunmalarıyla kılıç dövüşü yapıyoruz.”
– Louis Cozolino

Yalnızca destek olduğunda şişirilmiş, ciddiye alınmamış,  önceden yatıştırılmış oluruz; yalnızca dövüş olduğunda da devam edemeyecek kadar yaralanmış oluruz.

Yorum bırakın