Bir atmosfer yaratmak

Gün geçtikçe her meşguliyette bir zaman olduğu gibi yaptığımız işin doğası hakkında düşüncelere kapılırken buluyoruz kendimizi. Ve elbette düşünceler ve duygulanımlar aracılığıyla her an yarattığımız dünyayı ve kendimizi de, meşgul olduğumuz işimiz aracılığıyla da deneyimliyoruz.Bu sıralar benim meşgul olduğum işimde en çok üzerine düşündüğüm konu bir atmosfer yaratmak.

Yaşam alanımız içinde seçtiğimiz, sahip olduğumuz mobilyalar, bedenimize aldıklarımızı taşıyan mutfak eşyaları, tenimizi saran, örten kıyafetler, gözümüze belli bir şekilde gözükmesi için sıraladığımız veya belli eşyaları bir arada tutsun diye bölümlediğimiz odalar…

Her gün hem içine doğuyoruz belli atmosferlerin hem de seçtiğimiz kelimeler, renkler, dokular ile de bir atmosfer yaratıyoruz. Her atmosferin dokusu bambaşka oluyor ama tanıdık ezgiler sunan atmosferler de var. O benzerliği de arıyoruz parçalarda. ‘Şimdi oldu” dedirten bir mum ışığı olabildiği gibi bir deniz kenarı da olabiliyor. Christopher Bollas, cansız nesnelerin nasıl ruhsallığımıza ait parçaları tuttuğundan bahsetmişti. Zaman zaman hatırlıyorum, ne çok şeye dağılarak yaşıyoruz. Yalnızlık, teklik çağrışımıyla ne kadar mümkün değil ve ne kadar bağlıyız bu dünyaya.

Hiçbir şeyi de olduğu haliyle görmediğimiz gibi olduğu haliyle de içeriye almıyoruz. Bize temas eden bazen sayfalar içinde bir tek kelime olabiliyor, veya günlerce geçtiğimiz sokakta rastladığımız bir yaprak. Bizim için anlamlı bir şey. O anki hissimizle uyumlu bir nesne.

Yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri uzun sahil kenarlarında yürümek, kıyıya vurmuş taşlara ve deniz kabuklarına rastlamak. Deniz kenarı bu konuya çok güzel bir örnek çünkü yarattığı atmosfer her gün yenileniyor. Bu gezegen bütünüyle öyle aslında ama sabit kütlelerin arasında bu değişime tanık olmak zor. Gezegenimizin ruhsallığımız için sahip olduğu çeşitlilik his boyutunda da oldukça zengin. Görebildiğimiz anlar da yakalamış, tutmuş, zamanı durdurmuş da oluyoruz. Çünkü değil mi, o anlamlı an, şey ne kadar uzun süre bize eşlik ediyor. Erken bir pazar sabahı sokağın sonundaki meşe ağacının köklerine gömdüğümüz bir boncuk, içeride bir ömür sürüyor. Sevginin coşkusu içinde düşlere daldığımız bir an defterin kenarına çiziverdiğimiz bir kalp de öyle. Tomris Uyar Gündökümleri’nde ‘bugün günü neyle başlatacaksınız¿’ diye sormuştu, kendisinin çok çeşitli müzisyenleri, yazarları, insanları kendisine belli atmosferler yaratmak için seçtiğinden bahsetmişti. Bu soru da yankısını sürdüren sorulardan benim için. Çünkü başlamak, içinde barındırdığı tüm döngüselliğe rağmen yeniyi anımsatıyor. Tıpkı bu gezegenin serseri dönüşlerinin hiçbir zaman aynı mekanda olamadığı gibi.

Psikoterapide atmosfer yaratmak, hem çerçevenin, hem terapistin ama ağırlıklı olarak danışanın çabasının ürünüdür. Her seansın dokusu farklı olduğu gibi her kişiyle, her terapistle de yaratılan atmosfer bambaşkadır. O yüzden ilişkiye yapılan vurguyu daha iyi anlayabiliriz. Terapötik ilişki hem yaşama ait bütün duyguları taşıyabilecektir hem de bunların deneyimlenmesi için uygun bir alan yaratırken ilişkinin iyicil doğasını koruyabilmeyi, hep yeniden inşa edebilmeyi görev bilir.

Değil mi, bir buluşmaya, görüşmeye kim bilir neler neler taşınarak geliyor, iki kişinin bilinçli ve bilinçdışı malzemesi bütün karşıtlık ve benzerlikleriyle bir arada olmanın bir yolunu bulmaya çalışıyor…

Yorum bırakın