
Nefes alan ve hafızaya sahip organik zaman makineleri olarak biz, insan evlâtları Paul Hogget’in ölümlülük, ötekilik ve kırılganlık olarak özetlediği hayatın temel gerçeklerinin içine doğuyoruz. Bu gerçeklerle ilk karşılaşmalarımız, temasımız bakımverenlerimiz aracılığıyla oluyor. Ve bu dünyaya dair aldığımız görüş ve tat öyle şekillenmeye başlıyor. Ta ki gerçekten başka bir şeyi tadana kadar. Başka bir görüşün mümkün ve bizim için de ulaşılabilir olduğunu keşfetme çabamız hakkında düşününce de zihnime aşk geliyor. Zamanı ve mekanı genişleten ve bu temel gerçekleri esneten, yumuşatan, güzel bir tabakta önümüze sunan bir konum olarak aşk. Aşıkların zihinlerarası eşzamanlılığını , ilişki derinliği ile iç konuşmaların senkronizasyonunu görüyoruz, duyuyoruz. Terapide de bu benzer şekilde olur. Belki de son zamanlarda sahici anlamdan yoksun olsa da insanları motive etme aracı olarak görülen modern spiritüel eğilimleri bu çerçevede okuyabiliriz. Hayatın temel gerçeklerini esnetme, yumuşatma ve hayatla yeni bir aşkın içine düşme telâşı ve arzusu.
Yorum bırakın