


Haziran ayında Iris Murdoch’tan Rüya Sakinleri diye bir kitaba rast gelmiştim. Kitap 82 yaşındaki Bruno’nun sert çerçeveli hayatını, hatıralarını çağırma yoluyla kendine bir hikaye anlatma, anlamlandırma çabasını anlatıyordu.
Bu tema bende takılı kaldı. Uzun bir süredir çok yaşlı olmak ve geriye bakmak üzerine düşünürken buluyorum kendimi.
Sonra kitapçıda gezerken Christian Jungersen’den Çalılık isimli kitapla karşılaştım. Bu kitapta da 80’li yaşlarında olan Paul’ün geriye bakma ve hatırlama üzerinden anlamlandırma çabasını anlatiyor. Ama bu kez paylaşılan hatıraların senkronizasyonsuzlugu üzerinden. Nasıl yani, aynı zamanı beraber inşa etmiş iki kişi nasıl bambaşka bir anı hatırlayabilir? Bu sorunun işaret ettiği anlam üzerinden “bizi biz yapan nedir, öz, çekirdek” gibi bir sorgulamaya açıldı bu kitap. Ve bu özün, benim anladığım kadarıyla, hatırlama biçimimizi şekillendiren duygulanım olduğuyla ilgili bir fikir gelişti. Kişiler aynı anıyı farklı bir duyguyla hatırlıyorlardı. O andaki, o çevrede hissedilen, içinde olunan ruhsal durum o hatiraya anlamını veriyordu sanki.
Şimdi de elimde bu kitap. Kapak resminden etkilendiğim için aldım. Bu sefer de ilginç bir akışa denk geldim, kapalı kapılar ardında yaşlı, ölmekte olan bir prenses kurmaca bir hikaye yazarak kendine yeni bir kader tayin etmeye çalışıyor gibi duruyor, henüz yeni basladim.
Bu üçlemenin böyle tatlı bir tınısı oldu bende, ayni temaya üçüncü kez denk geldiğim bu kitapta yazar sanki ” hayatım peki nasıl olabilirdi?” gibi bir soruyu kovaliyor. Gerçi şimdi düşünüyorum, bütün kurmaca metinler de böyle bir yeniden hatırlamaya hizmet etmiyor mu? Veya onu anlamaya çalışmıyor mu ?
Çalılık kitabında, kitaba da ismini veren şöyle bir cümle geçmişti “hatıra kırıntılarının fanteziyle iç içe geçtiği bir çalılık” bilinçdışının harika bir tasviri. Çünkü o bastırılmaya mahkum olup köşeye ittirilmiş bir şey değil. Her an aktif, zihnimizin bilinçli içeriği ile iç içe olan bir yapı.

Yorum bırakın