yaşama coşkusu

Yetmişli yaşlarında kendini kendinden çıkan kelimelere çok bırakamadığı yoğun duraklamalarından anlaşılan ufak tefek bir adam. Ellerinin üzerindeki damarlarda utangaç utangaç parmaklarını gezdiren on yaşlarında torunu olduğunu hitabından duyduğum bir kız da karşısında oturuyor. ‘Dede, şu anda ne yapmak istersin? ‘diye sordu. Biraz sessizlik oldu, hastane odalarındaki pencereler böyle anlardaki bütün bakışları toplama görevini üstlenirler. Çoğu bakış bir parçasını camdan fırlatıp dışarıdaki hayat dolu birkaç şeye yerleşebilecek kadar emindir. Ama dışarı açılamayacak kadar sendeleyen bakışlar pencere çerçevelerine yapışır. Dışarı açılamayanlar üst üste biner, ister istemez bir tanışıklık, iç içse geçmişlik, bunalmışlık verir insanlara. Dede ve kız pencere çivisinde takılı kaldılar. Dede çivinin etrafındaki sıyrılmış paslı parçada, kız da duvarla bitişimindeki örümcek ağında. ‘Bilmem’ dedi. Kız da bütün şaşkınlığı ve eminliği ile derin nefesinin içinden bir kahkaha patlattı. Dede biraz küçük hissetti. Kesinlikle kızdan küçük. Nihayetinde kızın küçüklüğü göz önünde ve onu sevilebilir kılıyordu. Kendi küçüklüğü için ise bir yer bulamıyordu, beyazlanmış bıyıkları ve buruşmuş yanakları da hiç yardımcı değildi. Günlerdir zihninden ötelere atıldığını hissettiği bir sisli balondan bu soruyla ve sorunun barındırdığı ilgi ve neşe ile çıktı. Gülümsedi. Kızın elinde tuttuğu derin soluklu bir ilişkisi olduğu her hallerinden belli bir tavşancığa işaret etti. ‘Beni elindekiyle tanıştırır mısın, onu ben tanımıyorum galiba.’Kız çok sevindi ve bakışlarını örümcek ağından çekip tavşancığının düğmeden gözlerine dikti bu hızlı hareketinin dedenin gözlerini de hareket ettireceğine inanan bir süratle. Öyle de oldu. Geçen gün bahçede nasıl eğlendiklerini, hatta yağan yağmurda biraz ıslandıklarını anlattılar. Onlar anlatırken dede yaşıyordu. Bir kızın gözünden bir tavşancığın. Bir koşup eğlenirken başı dönüyor bir de daha hızlı dönmediği için şikayetleniyordu. Bir günün ışıltısındaki, bunalımındaki maceralar arka arkaya sıralandı. Düşüp ağlamalar, kahkahadan karnı yırtılacak gibi olmalar, yüzü kızarmalar, telaştan kendini unutmalar… Hepsi bir kız ve tavşancığın bir gününe sığabilmişti. Bütün olarak yaşamak. O esnada dedenin korunaklı bir çerçeveye sığmaya mecbur olan hayatı gözlerimin önünden geçti. Kim bilir tek bir şeye odaklanmak neleri dışarıda bırakmıştı. Tek bir boyuta sığmaya mecbur bırakmak hayatı. Kendimize, duygularımıza, hayatımıza ördüğümüz bütün duvarlarımız. Bir güne sığdırabilmek de aynı zamanda hayatı. Bu gezegenin dünya saatindeki bir süratli ve ince hareketin içinde küçük bir hikaye ile nasip oldu az önce. Ve uçup gitti sonra. Bir kalbe yerleşmesi, iki kalbin onu bir anlığına eş paylaşması yeterli oldu belki de. Yaşama coşkusu kendini yaşamın barındırdığı karşıtlıklarla olan ilişkisinden alır. Zıtlıklardan en bariz olanı şüphesiz düş ve gerçeklik arasında esneyen, kopan bağlarımız. Bu karşıtlıklar hem süregelenle olan ilişkimizi tehdit eder hem de bize yeni bir şeye girme olanağı sağlar. Öyle bir anlığına işte.

Yorum bırakın