
Kaybetme korkusu ilişkilerimizi şekillendiren en derin duygulardan biri. Bazen birini kaybetme ihtimali onu gerçekten kaybetmekten daha fazla acı verebilir. Sheldon Bach, erken dönem bağlanma deneyimlerimizin, yetişkinlikte yaşadığımız ayrılma kaygılarının temelini oluşturduğundan bahsediyor son dönemdeki birçok kuramcı gibi. Ayrıca ayrılık ve kayıp deneyimi arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri de incelediği kapsamlı bir çalışması var. Kitabının ismi “Getting from Here to There: Analytic Love, Analytic Process”.
Ayrılık, içinde ayrışma, mesafe, kazanım ve eksiklik barındıran bir deneyimken; kayıp boşluk, anlamsızlık ve zeminsizlik hissi yaratarak daha derin bir ruhsal işleyişi gerektirir. Özellikle küçük bir çocuk için ayrılık gibi daha olgun bir işleyiş gerektiren bir ruhsal deneyim çoğunlukla kayıp olarak hissedilir.
Ayrılık aynı zamanda özlemi, yeniden kavuşma ihtimalini, özne/nesne farklılığını doğrudan barındırabilirken, kayıp geri dönüşü olmayan bir yokluğu imler. Bu sebeple kayıp her zaman ardından bir yas çalışmasını zorunlu kılarken ayrılığın kendisi başlı başına bir ruhsal çalışma imkanı sunar. Gündelik dilde de “ayrılabilmek” ve “yas tutabilmek” olarak kullanabiliriz. Kayıp her zaman kendi başına kaldıramayacağımız kadar ağır bir ruhsal deneyimdir. Kayıp, ancak bir yas çalışmasına açıldığı müddetçe ruhsallık için yaratıcı bir hale gelebilir.
“Bir çocuğun gelişiminde, annenin kısa süreli yokluğu ile kalıcı yokluğu arasında ince bir çizgi vardır. Eğer yokluk çok uzun sürerse, veya çocuk bunu işleyecek bir kapasiteye henüz sahip değilse bu deneyim çocuk için bir ayrılık olmaktan çıkar ve bir kayba dönüşür.”
Bu alıntı ayrılık ve kayıp deneyimi arasındaki farkı düşünmek için benim adıma açıcı oldu.

Bir kaybın kimde nasıl yankı uyandırdığı ve onu nasıl çalışacağını, hepimizin kişisel hikayelerindeki dönüm noktalarında arayabiliriz.
“Bir ihtimal daha var…” şarkı sözünü hatırlarsınız, kaybın bizde nasıl bir etki yarattığı, geçmişimizdeki ayrılıkların ve kayıpların yankılarını nasıl taşıdığımızı hatırlatır. Osman Nihat Akın’ın yazdığı, Selma Hünel, Mediha Demirkıran ve Perihan Sözeri’nin ayrı ayrı çok güzel yorumladığı bu şarkı sözü, kaybın derinliğini ve her kaybın bir başka anlam taşıyabileceğini vurgular. Sonra nasıl devam edecek diye pür dikkat kesildiğimizde şarkı “O da ölmek mi dersin, söyle canım ne dersin?” şeklinde devam eder. Ayrılığın ve kaybın ruhsallığımızdaki farklı yankılarını dinleme fırsatı sunar bize. Ayrılığın mümkün olduğu bir açıklık. Bu sözler, aynı zamanda kaybın yalnızca bir yokluk olmadığını, bir dönüşümün, bir keşfin kapısını araladığını kulaklarımıza fısıldar.
Yorum bırakın