
Pazar günü hastalığı” (La enfermedad del domingo), sadece haftanın bir gününü değil, zamanın içindeki bir durumu, bir boşluğu ve ruhsal bir duraksamayı temsil eder. Pazar günü, dış dünyanın sustuğu, iç dünyanın suskunluğunu duyduğumuz bir gündür. Filmde bu “hastalık”, annenin yıllarca duygusal olarak yok saydığı kızının, o boşluğu onunla birlikte taşımaya zorladığı bir yüzleşme alanına dönüşür. Chiara’nın annesinden talebi, aslında o donmuş, sessiz “Pazar”ın içine birlikte girmelerini istemektir — orada hasta olan yalnızca çocuk değildir; zamanın ve ilişkinin kendisi hastadır. Bu yüzden film, iyileşmeyi değil, hastalığın tanınmasını talep eder
Filmde Chiara, yıllar önce terk edildiği annesi Anabel’den, ağır bir hastalık sebebiyle sayılı kalmış ömründe, ölümünden önce son 10 gününü onunla geçirmesini ister. Chiara, annesinin sevgisini değil, ondan bir tanıklık talep eder, annesinin yokluğundan doğan boşluğu hem annesinin hem de kendisinin yıkıcılığı doldurmuştur.
İkili bu yıkımı onarmaya değil, onu görünür kılmaya çağırır. Filmde gittikçe büyüyen sessizlik rahatsız edici şekilde bize anne-çocuk çiftinden kalan boşluklarla kendini duyurur.
Filmdeki tekrarlayan sorulardan biri de Anabel’in kızına sorduğu “benden ne istiyorsun?” sorusu. Bu soru içindeki reddedişle daha fazla yıkımı çağırır. Ancak filmin sonunda anne-bebek birliğinin sembolizasyonu ile anlıyoruz ki, bu bir sorumluluk ve tanıklık talebidir. Bebeksi bir ruhsallık eşiğinde Chiara, annesinden devraldığı yıkıcılığını ona iade etmek isterken bir yandan kendi yıkıcılığını inkar etmeyi de ister. Filmdeki gerilim atmosferine rağmen Chiara’nın annesine olan arzusu belirgindir. Kendimi epey zorladım, annesi Anabel’de de bir parça onarım arzusunu görebilmek için fakat göremedim. Filmden kalan his de bu. Onarımın negatifi, yokluğu, olmayışı. Andre Green’in “ölü anne” kavramı, çocuğun ruhsal alanına bir boşluk, bir kesinti olarak yerleşir; duygulanımın yerini almış bir hiçliktir. Bu hiçlik, çocuğun yaşama enerjisini, sevme kapasitesini, hatta kendi yıkıcılığını bile işleyememesine neden olur.
Ferenczi’nin “İstenmeyen Çocuk ve Onun Ölüm Dürtüsü” çalışmasında çocuk, anne tarafından gerçekten istenmediğinde ya da duygusal olarak reddedildiğinde, bu dışlanmayı bilinçdışı bir suçluluk ve ölüm arzusu olarak içselleştirir. Bu durumda çocuk, hem yaşama hakkını sorgular hem de kendi varlığını bir tehdit olarak algılar. Chiara’nın ölmek üzereyken annesini araması, bir onarım isteğinden çok daha derin bir düzlemde, kendisine devredilen yıkıcılığı geri verme çabasıdır. Böylece, ölüm dürtüsü yalnızca kendine yönelmiş bir yok etme isteği değil, annede de karşılık bulması gereken bir tanıklık çağrısına dönüşür.
Yorum bırakın