
Bir çocuğun düşlerindeki sorular, varoluşun kırılganlığını nasıl kavrayabilir? Arı Kovanının Ruhu, savaş sonrası bir kırsalda Ana’nın gözünden büyüme, sonsuzluk ve kayıp, yaratıcılık temalarını düş benzeri şiirsel bir dille anlatan çok ama çok sevdiğim bir film. Ana, köylerine gelen gezici sinemada izlediği Frankenstein filmindeki canavar ile düşsel bir diyaloğa giriyor. Franskestein bizden çıkan, sevmesini bilmediğimiz kötülükle yüzleşmenin bir yansıması gibi. Ana’nın Frankenstein ile kurduğu hayali diyalog, çocukluk oyunlarının ruhsallığı nasıl şekillendirdiğini de çok güzel göstermiş.
Bir yandan filmde tekrarlı bir şekilde sunulan arı ve kovan metaforu, savaş dönemini yansıtan yalnızlık ile dayanışma arasındaki ince çizgiyi hissettiriyor. Bu yalnızlık hem bir izolasyon hem de bir yaratıcılık doğuruyor. Demiryolu ve tren gibi dış dünyaya açılan imgelerle oynanan oyunlar bu yalıtılmışlığı yansıtan güzel bir unsurdu. Yine iç mekanlarda kullanılan sıcak renklere karşılık dışarıdaki soluk renkler, duygusal olarak zengin sahnelerin tekrarlı gösterimi gibi unsurlarla Victor Erice, bizi tam anlamıyla bir çocuğun iç dünyasına davet ediyor. Ve bu dünyayı bize bütün hassasiyeti ve alıcılığıyla gösteriyor. Filmi izlerken bir çocuk olmanın insanı dünyadaki her şeye ne kadar hassas kıldığını hatırlıyorum. Yanan ateşin kızıllığı, karanlıkta kıpırdayan yapraklar, yan odadan gelen yazı sesleri, annenin anlık dalgınları, konuşulanlar ve hiç konuşulmayanlar, ölümler ve doğumlar… Hepsi bir çocuk olarak dünyalı olmanın atmosferini merak, arzu, korku ve kaygı ile bir arada şekillendiriyor. #arıkovanınınruhu


Yorum bırakın