
Olivier Assayas’ın Summer Hours filmi, bir annenin ardından kalan ev, eşyaları ve çocuklarının eşyalara sinmiş anıları üzerinden belleği, kaybı ve zamana yaslanma biçimimizi anlatıyor.
Duygular doğrudan söylem ile değil değil, yönetmenin tercihi ile, aslına bakarsanız gerçekliği tam da yansıtır biçimde, odadaki ışığa, eşyaların dokularına, evin içinde insanlarla birlikte gezinen kameraya sinmiş. Diyalogların içindeki kelimeler ve sessizlikler haricinde gerekmedikçe müzik kullanılmamış. Oyuncular bile tekil varlıklarıyla hissedilmiyor sanki, genel atmosferin ve süren diyaloğun parçaları.
Film genel olarak etrafımızdaki nesnelere ne kadar çok şey yansıttığımızı, nesnelerin ruhsallığımızdaki ne kadar çok şeyi taşıdığını gösteriyor. Artık yetişkin olmuş çocuklar için de bu kayıp ve miras meselesi, kendi çocukluklarını yansıtan nesneler üzerinden sürdüğü için de karmaşık bir mesele. Özellikle geride kalan ev, zamanı, yaşamı ve hikayeleri sorgulatan bir alan açıyor.
Assayas, aile olmanın bağ kurmakla ilgili olduğu kadar bir kayıp meselesi olduğunu da anlatıyor. Özellikle filmin son sahnesinde torunların çok zor satılmış bu eve geri dönme arzuları ve orada geçirdikleri güzel vakit bizi kaybı tekrar düşünmeye itiyor. Belki de nesneler yalnızca birer hatırlatıcı. Biz onların cansız varlıklarını canlandırıyor ve cansız oldukları için ölümsüz zamanlarının bir parçasına eşlik ediyoruz. Değil mi, kurduğumuz anlamlı bağların kaydedildiği ve yaşatıldığı başka bir yer var, bir iç dünyamız var.
#summerhours #olivierassayas #psikanalitikyaklaşım

Yorum bırakın