
Her travmatik durum bizi bütünleşmemiş deneyimlerimize taşır. Psikanalitik kuramın özünde bir travma kuramı olduğu konuşulan bir şeydir. Fakat Freud travmayı spesifik bir tanım yerine ruhsallığın kapasitesini aşan her türlü aşırı uyarım için kullanır. Örneğin dış uyaranların eksikliğinden kaynaklanan bir ihmal durumunda da kişinin içinden gelen dürtüsel uyarımın yoğunlaşması söz konusudur.
Olaylardan etkilenme düzeyimiz o durumun kişisel hikayemizdeki çağrışım zincirinde nereye denk düştüğü ile ve ruhsallığımızdaki bütünleşmemiş deneyimlere (parçalı, disosiyatif, bölünmüş) ne kadar alan açabildiğimizle şekillenir. Aslına bakarsanız deneyimi parçalayabilmek ve bölebilmek özellikle zorlu yaşantılarda bizi hayatta tutan bir kapasitemizdir. Fakat bu sonrasında bütünleştirme ile devam etmezse daha da yarık ve kopuk hale gelir.Bu kadar koparan, dağıtan ve bölen bir yaşantı nasıl bütünleştirilebilir? Bu, gerçekten de önemli bir soru. Görüşler ne kadar zengin olursa olsun, hissedebilme, düşünebilme ve söze dökebilme kapasitelerimizin bu bütünleşme sürecindeki rolü, hemen her kuramda özel bir vurguya sahip. Psikanalitik kuramın katkısı ise bu bütünleştirmenin bir “paylaşılan yaşantı (shared experience)” ile aktarım-karşı aktarım dinamikleri içinde işlenebileceği yönünde olmuştur. Birlikte yaşantılayarak deneyimi bütünleştirmek güzel bir vurgu olabilir.
Yorum bırakın