“Claire Darling’in Son Çılgınlığı” (2019) Bir Oyun Alanında Ayrışmak

Julie Bertuccelli’nin 2019 tarihli filmi Claire Darling, belleğin kıvrımlarında dolaşan, ölümle yüzleşme fenomenini bir kadının eşyalarına yerleşmiş anıları ve anıları taşıyan nesneleri üzerinden anlatan etkileyici bir film. Filmin açılışındaki sakin ve  açık atmosfer, kısa sürede yerini melankolik bir rahatsızlık hissine bırakır. Catherine Deneuve, Claire rolünde, geçmişle şimdinin, çılgınlık ile rasyonellik arasında gidip gelen bir kadın portresi çizer. 

“Kadın bakışı” estetiğini filmlerinde yalınlıkla işleyen Bertuccelli, zamanı kırık bir hat gibi anlatıyor. Anılar, yabancı bir yüzün tanıdıklığından, çocuk odasında yıllanmış bir saatin sessizliğinden veya büyük büyük annenin kendisi için yaptırdığı kocaman portresinin biçimsizliğinden açığa çıkıyor.

Claire, bir sabah  bugün yaşayacağı son gün   olduğuna karar verir ve hayatı boyunca biriktirdiği tüm eşyaları bahçesine çıkararak satmaya başlar. Her bir  nesne, bir anıyı, bir kaybı ve geri dönülmez bir pişmanlığı içinde taşır. Özellikle Claire’in oğlunun ölümü, filmde sessiz bir hayalet gibi bizi takip eden temalardan biri. Açıkça “ne olmuş?” sorumuzu doyurmaz ama Claire’in söylemlerinden bu ölümle kendi suçluluğu arasında bağ olduğunu hissederiz. Bu boşluk filmin ilerleyen dakikalarında kızının onu ziyaret etmesiyle daha da pekişir. Var olmayan bir anne-kız bağı, Claire’in oğluyla ilgili suçluluğunun gölgesinde kalmış başka bir çocuk (kızı) olduğunu  hissettirir. 

Eşyaları satışa çıkarma eylemi, hem bu belirsiz acının ağırlığından kurtulma hem de ölümle yüzleşme/oğluna kavuşma çabası gibidir. Fakat Claire geçmişini dağıttıkça, aslında onunla daha fazla diyaloğa girer.

Filmin içinde birkaç nesne ön plandadır: yüzük ve saat. Yüzük, Claire’in annesinden kalmıştır. Kuşaklar arasındaki aktarımın, yani kadınlar arasındaki bağın sembolüdür. Aynı zamanda anne-kız arasındaki çatışmanın da sembolü olacaktır.

Saat ise çocukluğun, masumiyetin,akan zamanın sembolü olarak manidardır. Claire, saati satışa koymak istemez.  Tıpkı yüzüğü, kendi kızına devredememesi gibi, saati de teslim etmekte zorlanır çünkü bu nesneler, kendi hikayesindeki boşluklara dokunur. 

Filmdeki en hoş şiirsel dokunuş,  sonlarında Claire’in hastaneden kaçıp, film boyunca garaj satışından küçük nesneleri kaçırarak ormana götüren küçük kızın oyun alanına girmesi ile gerçekleşir.O küçük kız, kimi bakış açısında Claire’in ölen oğlunun, dolayısıyla çocukluğun kendisinin, ya da kendi çocukluğunun hayaletidir. Ormanda kurulan o küçük,eski eşyalardan kurulan yeni dünya, zamanın dairesel olduğunu; eşyaların, anıların ve duyguların bir şekilde geri döndüğünü ima eder. Claire orada kaybolur ,ya da belki gerçekten ölür,ama kendi geçmişini nihayet serbest bırakır.

Daha sonra Marie’nin ormana gidip yüzüğü bulduğu sahne, filmin en güçlü sembolü. Ve en keskin duygusunu açığa çıkarır. Claire’in yıllarca kızını o yüzüğü çalmakla suçlaması, Kristeva’nın anne–kız ilişkilerinde söz ettiği “ayrışma sancısı” nı çağrıştırır. Julia Kristeva’ya göre kız çocuğu, hem annenin bir uzantısıdır hem de ondan ayrılarak benliğini kurmak zorundadır. Bu ayrışma, sevgiyle birlikte suçluluk ve kayıp duygusunu da getirir. Claire, kendi annesinden devraldığı bu yas mirasını (özellikle onun portre resmine yönelik tavrında gözükür.) kızına da aktarır.

Marie’nin aynı oyun alanında yüzüğü bulduğundaki gülümsemesi,  saatin artık bir öneminin kalmaması ,Kristeva’nın melankoliden sembolik uzlaşmaya geçiş dediği dönüşümü temsil eder gibidir. Bir anne gider, ama kızı onun hikâyesini anlamaya başlar. Böylece geçmişin zinciri, filmdeki süreklilik vurgusunda olduğu gibi, kırılmaz. Yalnızca anlam dönüşür.

Saatin tik taklarıyla yüzüğün parıltısı arasında dolaşan hikâye, aslında bir kadın olarak yaşamla vedalaşmanın, anneselin içinden, kendi öyküsünü anlatmaya geçebilmenin güzel bir temsili haline gelir. Çok güzel bir filmdi. #sinemayazıları #psikanalitikyaklaşım #psikolojiyazıları #blogyazıları 

Yorum bırakın