
Yapay zekayla olan etkileşimimiz, bütün yarattığımız oyunlar ve oyuncaklarda olduğu gibi kendi ruhsallığımızı anlatan bir öykü sunuyor bize. Konuşulacak çok şey var ama dün gerçekleşen Bulgar Psikanalitik Derneği’nin konferansında bu alanda yaratıcı çalışmaları olan Amy Levy’nin vurgusu dikkatimi çekti. Onun vurgularından birincisi yapay zekaya bir “düşünce makinesi” olarak yaklaşmamız. Değil mi, sadece karmaşık şeyleri çözsün, toparlasın, sıraya dizsin değil “benim yerime düşünsün”.
Bu psikanalitik kuramda birçok açıdan incelenebilecek bir unsur. Fakat herhalde düşünce süreçlerinin ruhsallıktaki izdüşümleriyle kapsamlı olarak çalışmış olan Bion, hemen aklımıza gelenlerden. Bion (1962) kökenini duygusal etkiletişimlerle bağladığı düşünce süreçleri ile ilgili iki kavram öne sürer -K ve +K (knowledge, (bilgi)). Pozitif K kavramı, düşünebilmeyi temsil eder. Merak etmek, anlamlandırmaya çalışmak, hatta bilmemenin boşluğu, merakın rahatsızlığı ile kalabilmeyi içerir. Pozitif K deneyimleriyle ruhsallık, kendini metabolize edebilir. Bir de buna karşı negatif K işleyişi vardır. Bu kavram, düşünememek değil, düşünmeyi reddetmek ile açıklanır. Düşüncenin bilinçdışı bağlarına dayanan tehlikesi, düşünebilmeye karşı bir bariyer yaratır. -K Bion için aynı zamanda yıkıcılıkla, hasetle de bağlantılıdır. Açgözlülük ve haset, bilmemeye ama muhtaç olmaya yönelik yıkıcılığımızı perçinler. Kısaca -K ve +K kavramlarıyla aslında Bion bize düşünmenin, düşünebilmenin ruhsallığımızın bütününe içkin bir işlev olduğunu anlatır. Kendi örneği “ruhun nefes alabilmesi” ile betimlenebilir.
Yapay zekâya olan bağımlılık, düşünme faaliyetinin öznel bir süreç olmaktan çıkarak dışsallaştırılmasını temsil eder. Kullanıcı, kendi zihinsel emek ve belirsizlikle başa çıkma kapasitesini devre dışı bırakır; düşünme, sanki “başımızın içinden” alınıp bir makineye devredilmiş olur.
Yapay zekâyla kurulan ilişki çoğu zaman bu ikinci eğilime, yani –K’ye denk düşüyor. Belirsizliğe tahammül etmek yerine, hazır, kusursuz, boşluksuz yanıtların konforuna sığınma eğilimi.
Böylece düşünme, bir içsel işleyiş olmaktan çıkıp dışsal bir nesneye aktarılır. Bu durum Bion’un “düşüncelerin bir düşünür aradığı” fikrini (1977) alaşağı eder. Düşünceer düşünceler bizde değil, yapay zekâda “barınıyor.” Amy Levy’nin konferanstaki vurgusu, yapay zekaya olan yaklaşımımız için, tüm yıkıcılığımızı yansıttığımız tümgüçlü, kuşatan, alan bırakmayan bir annesel nesne yerine geçmesi. Özetle düşünme yetisi, sembolizasyon yerine delagasyon biçimini alıyor.
Yapay zekâ yalnızca bir araç değil, aynı zamanda -K’nin teknolojik taşıyıcısı hâline gelir. Düşüncenin, duygusal deneyimin ve belirsizlikle temasın yerine geçen, ama onları hiçbir zaman sindirmeyen, içselleştirmeyen bir “bilme simülasyonu”.
Elbette bu yapay zekanın bir izdüşümü. Muhakkak bütün oyuncaklarda olduğu gibi onları kullanma biçimimize bağlı pek çok anlam var. Aslında nesneler Winnicott’un (1971) vurgusuyla bize yoldaşlık eden, bizi besleyen bir “geçiş nesnesi” de olabilir. Yine de geçiş nesnesinin en önemli özelliğinin yıpranabilir olmasında yattığını düşünürsek; hiç yıpranmayan, hiç boşluk bırakmayan yapay zekayı tekrar düşünmemiz gerekebilir. Tüm bu farklılıklar ruhsallığımızın ihtiyaçları ve nesneleri kullanma biçimimize göre değişecektir.

Yorum bırakın