
Güzel ve çirkin hissetmek yalnızca simetri, kusursuzluk ya da estetik normlarla tanımlanmaz; daha temelde, bir başkasının gözünde görülme, tutulma ve sevilebilir olma yaşantılarımızla iç içedir. Alessandra Lemma’nın (2010) belirttiği gibi, “güzel veya çirkin hissetmek çoğu zaman nesne ile ilişkilidir”. Aslında kimin bakışında güzel veya çirkin hissettiğimizle ilgilidir. Burada elbette psikanalitik yaklaşım iç ve dış gerçekliği birlikte ele alarak içsel nesne ilişkilerinin belirleyiciliğini vurgular. Değil mi, bazen dışarıdan olumlu bir bildirim aldığımız halde içeride öyle hissetmeyiz. Veya olumsuz bir bildirim aldığımız halde tam tersi bir hissi koruyabiliriz.
Bu bakışın tarihi çok eski; Lemma da bunu ayrıntılı şekilde ele alırken çeşitli alt başlıklar açar. İlk bakım verenin bebeğe nasıl baktığı, onda ne gördüğü, kimi gördüğü, bu bakışı hangi duygulanımın belirlediği, öznenin daha sonra beden-benliği ile kuracağı imgenin zeminini oluşturur. Bu nedenle görünümüyle yoğun çatışmalar yaşayan kişilerin çoğunda, yalnızca estetik kaygılardan değil, daha derin bir utanç ve suçluluk örgütlenmesinin varlığından söz eder. Lemma, bedene yönelen olumsuz duygulanımların çoğu zaman erken ilişkisel deneyimlerden kaynaklandığını ve “çirkinlik hissi”nin aslında bedenin taşıdığı tarihsel ve ilişkisel yükleri temsil ettiğini vurguluyor. Güzellik ve çirkinlik çok meydanda bir vurgu toplumsal yaşamımızda da, ama merkezinde ilişkisel bir deneyim taşıyor.

Yorum bırakın